ACİL HASTALARA YARDIM VAKFI VE İLAÇ KAMPANYASI

Haziran 8, 2016  
Kategori - Web Site Tanıtımları

Acil Hastalara Yardım VaktfıYıl 1996-97… Acil Hastalara Yardım Vakfı hizmette sınır tanımazken her an yeni projelere ve kampanyalara imza atmaya devam ediyordu. Acil Hastalara Yardım Vakfı Başkanı Süleyman Doğan: “Bu hizmetler durmayacak!” Diyordu.

Acil Hastalara Yardım Vakfı Başkanı Süleyman Doğan, halkın içine giriyor, fakiriyle-zenginiyle hasbihal ediyor ve çevresindeki insanların ne kadar yardıma muhtaç olduğunu biliyordu. Başkan Süleyman Doğan “yardım yardım” diyor ve ekliyordu:

“Yardım, bir başkasına istenilerek veya istenilmeden yapılan iyiliktir. Yardım anlayışının özünde fedakârlık vardır. Maldan sevgiye kadar her şeyin bir başkasına verilmesi söz konusudur. Bu verme işi bazen, zekât ve fitrede olduğu gibi mecburî olsa da, çoğu zaman tamamen isteğe bağlıdır.

Maddî yardımın dışında, başkalarına söz ve davranışları ile de iyilik yapmak, onlara sevgi ile bağlanmaktır. Yardım yapmakla yoksullar korunmuş olur. Onların maddi ihtiyaçlarının giderilmesi ile fenalık yapmaları da önlenir.

Çünkü fakirlik ve açlık, zayıf karakterli insanları çoğu zaman kötülüğe sürükler; hırsızlık yaptırır; haksızlığa iter. Yardım yapanla yapılan arasında sevgi ve ülfet doğar. Yardım yapılarak topluma kazandırılan kişiler kin, haset, düşmanlık gibi kötü duygulardan kurtulur.

Yardım edilen değil, yardım eden kişi olmalarının daha iyi olduğu malumdur. Sıkıntı ve darlık zamanlarında yardım, anlayış ve sevgi görenler, sıkıntılarını atlatınca çalışıp kazanmaya, alan değil veren kişiler olmaya bakar. Böylece toplumda bir fazilet yarışı başlar.

Tam aksine inanmayanlar için bir aç ile bir tokun aynı safta sevgi ve kardeşlik duyguları ile yan yana bulunabileceklerini düşünmek biraz zordur. Yardımlaşma, zenginlerle fakirler arasındaki uçurumu kapatacağı gibi aralarında bir sevgi ve saygı bağının kurulmasına da sebep olur.

Yardımlaşmanın yaygın olduğu toplumlarda dostluk duyguları güçlü olur; zenginlik ve refah artar, fakirlik azalır, dinimizin hoş görmediği dilencilik ortadan kalkar; hırsızlık ve dolandırıcılık gibi haramların işlenmesi en alt düzeye iner.

Bir de yardım eden çok iyi niyetli kuruluşlarımız vardır. Bu kuruluşlardan özellikle ricam olacak… Lütfen! Yardım olarak aldığınız gıdaların kullanma tarihine çok dikkatli bakın! Günü geçmiş olmasın. Yoksa Allah korusun gıda dağıtayım derken, zehir dağıtabilirsiniz.” Diyordu.

Acil Hastalara Yardım Vakfı; 1996 ve 1997 yıllarında doktora gidip ilaç parası bulamayanlar için ilaç kampanyası yapmaya karar verdi. Ciddi bir çalışma ile 15.000 kutu ilaç toplanmış, tasnif edilmiş ve Karatay Kaymakamlığı Sağlık Gurup Başkanlığına dağıtılmak üzere verilmişti.

Karatay Kaymakamlığı Sağlık Gurup Başkanlığı, 9 No’lu Sağlık Ocağına 15.000 tasnif edilmiş ilaçları ihtiyacı olan fakirlere dağıtmıştır. Peki, bu ilaçlar nasıl tasnif ediliyordu? Malum ilaçtır deyip geçmemek lazım. Her şeyden önce bilinçli ve doktor gözetiminde kullanılmalıdır.

 

İlaç, canlı hücre üzerinde meydana getirdiği tesir ile bir hastalığın teşhisini, iyileştirilmesi veya semptomlarının azaltılması amacıyla tedavisini veya bu hastalıktan korunmayı mümkün kılan, canlılara değişik uygulama yöntemleri ile verilen doğal, yarı sentetik veya sentetik kimyasal preparatlardır.

 

İlaçlar uygulama yoluna, kimyasal özelliklerine ve etkilediği biyolojik sitemlere göre sınırlandırılabilir. İlaçların kimyasal yapıları ile fizyolojik etkileri arasında bağlantı yoktur. İlaçlar genellikle fizyolojik etkilerine göre sınıflandırılır:

 

Sinir sistemini etkileyen ilaçlar

Merkezî sinir sistemini etkileyen ilaçlar

Anestetik ilaçlar

Hipnotik ve sedatif ilaçlar

Analgesik ilaçlar

Perifer sinir sistemini etkileyen ilaçlar

Otonom sinir sistemini etkileyen ilaçlar

Kalp ve damar sistemini etkileyen ilaçlar

Sindirim sistemini ve bağırsakları etkileyen ilaçlar

Solunum sistemini etkileyen ilaçlar

Kemoterapik etki gösteren ilaçlar

Vitaminler ve hormonlar

Dezenfektan ve antiseptik etki gösteren ilaçlar…

 

Acil Hastalara Yardım Vakfı, hizmet götürürken mutlaka en iyisini, ilaçsa en verimli olanı, gıda ise en hijyenik ve organik olanını götürmek zorundadır. Çünkü hassasiyetleri ve prensipleri vardır. Alan elin sağlığı önemlidir.

 

Acil Hastalara Yardım Vakfı Başkanı Süleyman Doğan yaptıkları bu manidar hizmetin inancıyla: “Bu konudaki hizmetlerimiz daha farklı alanlarda da devam edecektir. Hassasiyetle yerine getirmeye çalıştığımız yardım amaçlı ilaç kampanyamızın amacına ulaşması bizi mutlu etmiştir.” Diyordu.

 

Acil Hastalara Yardım Vakfı Başkanı Süleyman sözlerine şöyle devam etti: “İnsanlar hata yapabilir. Örneğin Suriyeliler, ülkelerini savaştan ötürü terkedip ülkemize yani bizlere sığındılar. Savaş çıkmasaydı gelirler miydi? Hayır…

 

Şimdi onları suçlu mu görmek lazım? Şimdi her biri bir gariban, sefil bir hayatın içindeler… On kuruşluk bir kazanç için insanımızın gözünün içine bakar oldular. Birçoğu dileniyor. Metruk evlerde yaşıyorlar. Duygu ve düşüncelerimizi bir yana bırakıp, inançlarımızın emirleri doğrultusunda hareket etmemiz şarttır.

 

Af, insanoğlunun en büyük erdemidir. En güzel yönüdür. Toplum içerisindeki iyi kişiliğinin bir göstergesidir. İnsanlar her an hata yapmaya elverişli olduğundan affa mahzar olurlar. Ancak bu affın genellikle karşılığı ceza ile sonuçlanır.

 

İşlenen suçtan pişman olunmadığı takdirde bu cezalar bir hak edilmiş olarak ta verilmelidir. Zaten içimizde açılan derin bir yara; biz bağışlamamız gerekeni bağışlamadıkça bu yara iyileşebilir mi? Hani affetmek büyüklüktü?

 

Belki sık sık affetmek zor olabilir, sonuçta sabrında bir sınırı vardır. Şayet bu affedilecek kişi, kendi hatalarınızdan doğuyorsa, aynı cezayı kendinize de vermek zorundasınız demektir. Nefsi arzu ve isteklerinizi durdurabiliyorsanız, hataları da durdurabilirsiniz.

 

İnsanların en asil ruhlusu, intikama muktedir iken affedendir, öyle değil mi? Aile içerisinde özellikle eşler arasında bunun örnekleri sık sık yaşanabilir. Eşlerden birisinin sabırlı olması lazımdır ki, karşı tarafa özür dileme fırsatı versin.

 

Bir gün trenle seyahat eden birisi tesadüfen son derece huzursuz olan genç bir adamın yanına oturmuş. Bir süre sonra, genç adam, uzak bir hapishaneden henüz çıkmış bir mahkûm olduğunu açıklamış.

 

Mahkûmiyeti ailesine o kadar utanç vermiş ki genç adamın, ne ziyaretine gelmişler, ne de bir mektup göndermişler. Ama fakir oldukları için seyahat edemediklerini, cahil oldukları için mektup yazamadıklarını umuyor; her şeye rağmen kendisini affetmiş olmalarını hayal edip durmuş.

 

Ailesinin işini kolaylaştırmak için, kendilerine mektup yazıp tren kasabanın eteklerindeki çiftliklerinden geçerken bir işaret koymalarını söylemiş. Ailesi kendisini affetmişse, raylara yakın bir elma ağacına beyaz bir kurdele bağlayacaklarmış.

 

Eğer kendisinin geri dönmesini istemiyorlarsa, hiç bir şey yapmayacaklar, o da trende kalıp Batıya gidecek, belki de bir serseri olacakmış. Tren, kasabasına yaklaşırken heyecanı o kadar artmış ki, pencereden dışarı bakmaya cesaret edemiyormuş.

 

Kompartıman arkadaşı kendisiyle yer değiştirip onun yerine elma ağacına bakacağını söylemiş. Bir dakika sonra elini genç mahkûmun koluna koymuş: “Şuraya bak” demiş. Göz pınarlarında biriken yaşlarla gözleri parlıyormuş.

 

“Her şey yolunda, bütün ağaç bembeyaz kurdelelerle bezenmiş, bak!” O anda bir ömrü zehirleyen tüm acılar, adeta, birden dağılmış, kaybolmuş.

 

Affetmezseniz sevemezsiniz. Sevgisiz hayat da anlamsızdır. Affetmenin ne olduğunu yalnız cesurlar bilir. Yüreksizlerin tabiatında af diye bir şey yoktur. Bu tip insanlar, fütursuzca konuşarak yüce Yaratıcıya karşı hem saygısızlık ve hem de hakaret yapmış olurlar.

 

Bir çiçeği bile doğru dürüst büyütemeyen aciz insanoğlunun, sosyal hayatımız içerisinde, bağışlamamız gereken, hoşgörüyle bakabilmesi gereken durumları hatırlamalıdır. Yapılan hatalar her halükarda anlayış bekler. Hatayı yapanlar ise affedilmeyi…”

 

 Acil Hastalara Yardım Vakfı Başkanı Süleyman’ın anlatacakları bununla sınırlı değildi. Şöyle devam ediyordu: “Efendim! Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki; Huzurumuzun yokluğundan, dünyanın tadı-tuzu kalmadığından, ona-buna hizmet etmekten, çok çalışıp az kazanmaktan, borçlardan vs. şikâyetçi olmayanımız yoktur neredeyse…

 

Bu şikâyetlerde bulunurken aklımıza şükür ifadesi hiç gelmez. “Of Allah’ım of!” Diye isyanlarda bulunurken haşa, hiç “Af Allah’ım af!” Demeyi düşünmeyiz. Elimizde bulundurduklarımıza rağmen huzur yokluğumuzun, bir türlü doyuramadığımız mal ve eşya yığma hırsımızın ve en yakınımıza bile haset edişimizin peşine takılırız.

 

Hep zengin olalım, istiyoruz. Bunu isterken de fakire fukaraya “bak nasıl destek olurum” diye kendimizi kandırıyoruz. Zenginliğin, paranın yüzü tatlıdır kardeşim… Eline bir geçti mi, merhamet duyguları hepten göçer. Sen yine de hayırlısını iste ki, hayra harcayasın.

Zenginlik, her zaman hayırlı olmayabilir. Başına bela olabilir. Uykuların kaçabilir. Geçim sıkıntısı da senin imtihanındır, bunu böyle bilmek gerek…  “Dua ediyorum Allah vermiyor, dualarımı kabul etmiyor, ben kulu değil miyim?” Sözleri isyandan başka bir şey değildir.

 

Dua et ki rızkı Allah veriyor. Şayet insanlar verseydi, halin nice olurdu bilir misin? Düşünür müsün?

Düşünmezsek, elbette bu hayattan memnun kalmayız. Elbette huzur bulmayız. Elbette kötülükler için fırsat düşkünü oluruz.

 

Dağınıklığımızın, yokluğumuzun, fakirliğimizin sebebi budur. “Ah şu geçim sıkıntısı yeryüzünde olmasaydı” diyesim geliyor ama o zaman imtihanın, cennet ve cehennemin ne önemi kalırdı ki?

 

Bunun bilincinde olduğumuz müddetçe, Rabbimizin bizi ne kadar sevdiğini, zenginlik yüzünden kötülüklere duçar olmaktan koruduğunu anlarız.

 

Zira zenginlik insanı şımartır. Sahabe döneminde yaşayan ve çok fakirken zengin olan Salebe’nin durumu ortadadır. Resulullah’a gelir. Dua ister. Resulullah (as) dua eder ve Salebe çok zengin olur. Fakat zamanla önce namazlarını sonra zekâtlarını aksatmaya başlar.

 

Daha sonra da tamamını terkeder. Sonuç malum koca bir hüsran… Pişman olur, başını taşlara vurur ama nafile! Madem duanız kabul görmüyorsa öncelikle yediklerine dikkat edeceksin! Sonra da kalbine ve insanlığa olan davranışlarına…

 

Asr-ı saadette kadın kocasını işe gönderirken: “Kocacığım Allah’tan kork ve helal kazanç elde et. Zira biz dünyada açlığa sabredebiliriz ama ahirette ateşe sabredemeyiz, dayanamayız, tahammül gösteremeyiz”. Derdi.

 

Şimdi öyle değil maalesef! Adamın nasıl kazandığı değil, akşama getireceği istekleri önemli… Yarın dünya gıda günü olsa ne yazar? Batının acıntasyon yaptığı o kadar çok gün ve haftalar var ki, say say bitmezler.  

 

Mesela 12 Aralık… Önemli bir gün yani… Nereden bileceksiniz ki daha söylemedim! Demem o ki, Yoksullarla Dayanışma Haftası 12 -18 Aralık arası… Ülkemizdeki 52 haftanın tamamı hatta bazı haftalar çift dikiş gidercesine önemli görülen günlerin kutlamalarıyla dolu…

 

Bu konuyu hakikaten bir gün irdelemek isterim. Yeni hangi ayın hangi haftasında, hangi haftanın hangi gününde hangi önemli günler kutlanıyor hiç biliyor muyuz ya… Bilmek zorunda mıyız? Bence hayır ama yine çerez olarak düşünün! Bu benim fikrim tabi… Herkes her şey düşünebilir!

 

Şimdi Dünya Yoksullarla Dayanışma Haftası’ndayız ya, bu durumda ne yapmak gerekiyor, nasıl davranacağız, nasıl dayanışacağız, işte orasını bilemiyorum. Kim kime yardım edecek? Kim hangi yoksulun elinden tutup kaldıracak?

 

Ya da bu yoksulluğu kurtarmanın yolu tarım mı, ziraat mı yoksa sanayi mi? Bunları mı çözmeye çalışacağız? İyi de kardeşim, ben ne anlarım bu işlerden yahu? Çıksın bir zengin, kursun bir fabrika, versin işçisinin hakkını teri kurumadan, düzelsin gitsin ortalık…

 

Ne de kolay söyledim değil mi? Böyle deyince sanki şakkadak yapıldı gitti, işsizlik bitti, akil insanlara gerek kalmadı öyle mi? Allah devletimize zeval vermesin! Başımızdakilere de daha çok çalışma azmi versin, ne deyim!

 

Bugün de küresel ısınmadan, çevre kirlenmesine, silahlanma yarışından, bölgesel savaşlara, kişisel özgürlüklerden kurumsal demokrasiye kadar birçok talep ve bela saymak mümkün. Ama bunların içinde ilk çözülmesi gereken şey, yani tüm dünyanın, özellikle de geri kalmış dünyanın baş çelişkisi, yoksulluk ve bunu üreten işsizlik…

 

Terörizmin belki önemli sebeplerinden birisi bu işsizlik… Derler ya “işsizin patronu şeytan, kazancı ise kan ve gözyaşı!” Öyle de değil midir yani? İşsizlik, çalışma hayatının üzerine çöken bir kâbus değil mi?

 

Ülkemizde çalışma çağındaki nüfus yaklaşık 48 milyon. Bu nüfusun ancak yüzde 48′i iş gücüne katıldığını var saysak ve bunların dışındakiler de yoksulluk sınırı altında olsa; o zaman yine sonuçta sisteme olan nefreti körüklemez mi?

 

Yoksulluk, paraya, mala mülke sahip olmama hali… Ya da, yoksulluk, en alt seviyesi itibariyle, bir lokmaya ve bir hırkaya muhtaç olma hali ise; YOYAV (Yoksullara Yardım ve Eğitim Vakfı) ya da adları nasıl ifade ediliyorsa bazı vakıf kuruluşlarının, sanırım kuralcılıktan çıkıp, gerçeklere inmesi gerekir.

 

Kutlamanın adı yoksullarla dayanışma haftası olarak içinse; bu etkinlikler çerçevesinde belediyeler, vakıflar, dernekler toplantılarını, lüks otel salonlarından veya lüks sitelerden çıkarıp birazda tabana ta derinlere, kenar mahallelere inseler diyorum! Genellememden kimse alınmasın!

 

Sakat haliyle çalışıp, çocuğuna servis parası, konuşamayan karısına tedavi parası bulmaya çalışan genç bir delikanlı gördüm!  “Açlık en akıllı balıkları bile oltaya getirir” diyor ya Goethe… Ama unuttuğu bir şey var. Türk insanının akrep gibi kuyruğunu nasıl dik tutmaya çalıştığı…

 

Karga yavrusuna bakmış, “benim ak pak evladım” dermiş! Kirpi de yavrusunu: “ah benim yumuşak tüylü evladım! Diye severmiş ya? İşte böylesine kıymetlidir yavruları analarına babalarına… Çünkü kişi kendi çocuğunu güzel, kendi eserini kusursuz görür. Başkalarına göre ne denli çirkin ve kusurlu olurlarsa olsunlar.

 

Durum böyleyken ne gariptir ki; kardeş kardeşin (hısım hısımın) ne öldüğünü ister, ne onduğunu…

Kardeş, kardeşe ziyan gelmesini istemez. Ama onun kendisinden üstün durumda olmasını da kıskanır.

 

Ya da “Kardeş kardeşi atmış, yar başında tutmuş”… Bunu anlamak mümkün değil… Kimi zaman kişi, kardeşine büyük bir kötülük yapar. Ama o kötülüğün kardeşini mahvolmasına götürmekte olduğunu görünce pişmanlık duyar ve yaptığını düzeltecek davranışlarla yardımına koşar.

 

Kardeş kardeşten vazgeçebilir. Ama sevgisi onu el üstünde tutar. Kardeşler arasında kan bağı vardır. Bir kötülük yaptığında bile göreceği zarar karşısında üzülerek, pişmanlık duyar, sonradan yardımına koşar.

 

Bizler kardeşiz. Yoklukta, varlıkta, sağlıkta, ölümde birbirimizden ayrılmayız. Bizim hem doğamızda ve hem de inançlarımızda vardır bu kaynak… Umulur ki, dağıttığımız ilaçlar Allah’ın izniyle deva olmuştur yarenlere…”

 

Acil Hastalara Yardım Vakfı Başkanı Süleyman sözlerini tamamlarken duygularına ve gözyaşlarına hâkim olamamıştı.

 

Selam ve dua ile…

Comments are closed.